Su üstünde gül savaşı

Geleneksel süsleme sanatlarımızdan ebru, bir savaşın eşiğinde. Hem de adı, savaşla en son anılacak bir çiçek adıyla yan yana gelecek şekilde: “Gül Savaşı”.

Savaş, çok aktörlü; ebruda gülleriyle ön plana çıkmış ebru sanatçılarının her biri, bir tarafı oluşturuyor. Korkmayın bu savaşın sonunda ölüm kalım yok; ebru teknesinde sadece daha güzel bir gül nakşetmeyi, ustalar arasında tatlı bir rekabeti içeriyor. Savaşın adı bu ebru ustalarından birinin, kendisi gibi olan ve bu haberde görüştüğümüz ebrucu Ali Çalışır'ın eserlerini görünce, “Desene, yakında gül savaşları başlayacak.” cümlesinden ortaya çıkmış.Cân-ı gönülden desteklenesi bu savaşı ortaya çıkaran sebepler ve özellikler ise şöyle: Ebru sanatında gül figürü, son yıllarda büyük ilgi görüyor. Gül figüründe sağlanan yeni açılımlar ve figüre getirilen yeni yorumlar, bu ilgiyi ve ustalar arasındaki tatlı rekabeti büyütüyor. Hatta bu rekabet o noktaya gelmiş ki kimi ustaların, tekniğinin sırrını ‘kaptırmamak' için gül çalışırken öğrencilerini dışarı çıkardığı, dolaşan rivayetler arasında. Bu haberin yapılış gerekçesi ne bu savaşı körüklemek, ne de taraflardan birini tutmak... En fazla, güllerin henüz yapraklanıp tomurcuklanmaya yüz tuttuğu bu mevsimde, ebru teknesinde çoktan açılmış bir gül göstermek ve sanatını neredeyse bu figüre adanmış bir ebru ustası ile güllerden söz açmak...
Eyüp'te, Cafer Paşa Medresesi'nin bir odasında yapıyor ebrularını Ali Çalışır. Beş yıl önce buraya hat dersi almak için geldiğinde, bahtına ebru çıkmış. “Nasipte bu varmış” deyip ebru öğrenmeye başlamış. Yani o ebruyu değil, ebru onu bulmuş. İlk bir yıl ebru teknesine, suya ve boyaya aşina olduktan sonra gül çalışmaya başlamış. Sergileri gezerek, ebrulardaki güllere bakarak, deneyerek öğrenmiş gül yapmayı. Çalışır, gülde bu kadar yoğunlaşmasının sebebini şu sözlerle anlatıyor: “Doğduk, annemizden, Peygamberimiz'in kokusunun, terinin kokusunun gül koktuğunu öğrendik. Güle bir çiçek gözüyle bakmadım bugüne kadar. İçimde bir ukde gül; ulaşılması zor bir yer...”
Yaptığı güllerin güzelliğini, ebru sanatı açısından ne ifade ettiğini zaman içinde gelip gidenler söylemiş ona. O, suyun üzerinde bıkmadan güller yapmaya devam etmiş. Güllerini, günümüzün önde gelen ebru ustalarından Fuat Başer'e gösterdiğinde, Başer, “Ben 25 yıl önce güldeki bu hâreyi vermeye çalışmıştım. Ama sen bunu çoktan halletmişsin.” demiş. Yine bu figürle öne çıkan ve ‘Gül Baba' namıyla bilinen Yılmaz Eneş de gülümseyerek yakında ebruda bir ‘gül savaşı'nın çıkmasının kaçınılmaz olacağını söylemiş. İşin ehlinin söylediği bu başarının sebebi ona göre, sürekli çalışma ve bu figür üzerinde yoğunlaşma... Ancak, güllerinin gerçek güllerin güzelliğine erişmesi için yolunun daha çok uzun olduğunu düşünüyor: “Ben gülün dünyasının kapısındayım. Henüz kapıyı açtım; daha girip içindeki bin bir güzelliği göremedim.”
Gül ebrusunun, lâle, menekşe, sümbül, gelincik ve papatya ebrularına oranla en az beş kat daha fazla zaman ve çok daha fazla dikkat istediğini, belki de bundan dolayı ebrucuların bu figürle çok uğraşmadığını belirtiyor Çalışır. Kendi gül ebrularını, diğerlerinden ayırt eden özelliklerini ise şöyle sıralıyor: “Gülde, dalında ve yapraklarındaki ayrıntılar, dikenler, hâreler... Tabiatta güle baktığınızda gülün, aldığı ışığa göre kimi noktalarının koyu renkte olduğunu görürsünüz. Ben de bu gölgeli kısımları görmeye, derinlik kazandırmaya, dallarda budanmışlığı vermeye çalıştım.”

Şairlerin dizelerinde sayısız defa açılıveren gül, kimi kelimelerle yan yana gelip telaffuzu dile hoş gelen onlarca kadın adı da bırakmış dilimizde. Gülbin, Gülriz, Gülçin, Gülruhsar sadece birkaçı... Gülali ise bu isimlerin arasında tek erkek adı. Ebrucu Yılmaz Eneş'e, yaptığı güllerden dolayı ‘Gül Baba' adının verildiği gibi Ali Çalışır'ın da gülle bu kadar hemdem olmasından dolayı zaman içinde adı Gülali'ye çıkacak mı bilinmez... Ama görünen o ki gül, içinde bir ukde, ulaşılması zor bir yer olduğu sürece, gül onun yakasını pek bırakmayacak. Başka türlüsü de onun elinden gelmiyor zaten. Behçet Necatigil “Eğilip alıyorum kimse olmuyor / Solgun bir gül oluyor dokununca” diyor ya şiirinde... O da bir ebru çiçeği yapmak için teknesinin başına eğiliyor, fırçasından renkler damlatıyor suya. İğnesiyle suyun üzerindeki renkleri hareketlendirip kavisler çiziyor. Ne papatya, ne lâle, ne gelincik, kimse olmuyor; kırmızı bir gül oluyor dokununca...

18.04.2004
BURHAN EREN
http://www.zaman.com.tr/?bl=turkuaz&hn=38189